buyruk | net

to Infinity and Beyond!

Almanya’da (Yurt Dışında) İlk Günler

| Filed under Yurt Dışı

Germanwings’in biletlerde koltuk numarası belirtmeyip uçağa iett muamelesi yapması sonucunda, küçük bir yer bulma sorunumuz oldu. Sonrasında şu an da aynı Furtwangen köyünde bulunduğumuz Fırat Güder ile karşılaştık. Böylelikle benim daha önceden iki saat olarak bildiğim fakat aslında 3 saatlik olan uçuş maceramıza başlıyorduk. Yola pencere kenarında başlamama rağmen saat gecenin 04.00’ü olduğu için izleyecek görecek bir şey pek yoktu, zifiri bir karanlıktı sadece gözün alabildiği. Sadece kalkıştan hemen önceki hızlanma, eylemsizliğin verdiği koltuğa gömülme ve de yükseliş anındaki ışıkların, binaların hızla küçülmesi gözden ıraklaşmasının içimdeki tuhaf yansımasıydı aklımda kalan. Yolculuk sırasında Furtwangen’dan, Almanya’dan, daha önce neler yapıp neler ettiğimizden, Almanya planlarından konuştuk. Aynı zamanda da zaten fazla uzun olmayan yolun da sonuna gelmiş olduk. Uçakta kendini belli etmeye başlayan Türkiye/Türk belirtileri, Stuttgart havalimanında iyice doruğa yaklaşıyordu. Uçakta bile Türkçe anons duyamazken, havalimanında gerek anons gerek tabelalarla Türkçe’mi unutmaya fırsat bile kalmadan tekrar tazelemiş oldum. Hatta bazen İngilizce bilmek yerine Türkçe bilmenin daha faydalı olacağını düşünmeme neden olacak durumlarla karşılaştım. Zaten ilk karşılaştığım Alman olan pasaport memurunun “Günaydın” diyerek beni karşılaması, benim de tamamen Almanca’ya odaklanmam sonucunda, memurun suratına bön bön bakmam, dakika 1 gol 1 türündendi. Sonra asıl macera başlıyordu. Metroya binip gidebileceğimiz en hızlı ve en ucuz şekilde Triberg’e gitmemiz gerekiyordu. Biraz uğraştan sonra -3 kişi olmamıza rağmen 8, 9 bavulumuzun olması hareketliliğimize, dolaşmamıza sekte vuruyordu- metro biletlerimizi alıp akabinde kendimizi metroya attık. Almanya’da metroların Türkiye’den farklı bir özelliği de, trene binerken herhangi bir kontrolden geçmemek. Herhangi bir turnike bulunmuyor kesinlikle, kontrolör trende dolaşıyor biletinizi kontrol edip onay veriyor. Sanırım biletiniz yoksa ya tren içinde yüksek maliyetle biletinizi alıyorsunuz –ki henüz emin değilim- ama trenin içinde okuduğum bir yazıya göre de en az 40€ olmak üzere cezalandırılıyorsunuz. Tabii bazı zamanlarda veya kısa mesafeli yolculuklarda kontrolöre denk gelmiyebiliyor, yakalanmayabiliyorsunuz. İş biraz da şansınıza ve macera ruhunuza kalmış. Biraz adrenalin istiyorsanız yapmanız gereken belli. O metro senin bu tren benim derken, 3 aktarma yapmamız gereken yolda, sonuncusuna kadar şansımız yaver gidiyordu. Son seferde 2 durağın isminin neredeyse aynı olması, kafamızı karıştırdı ve 1 durak erken inmiş olduk. Sonraki tren de tabii hemen gelmiyordu, bir süre de onu bekledikten sonra bu sefer, doğru durakta inip son vasıtamız olacağını umduğumuz otobüs durağına geldik. Durakta bizim gibi okula gitmeye çalışan 10, 15 öğrenci vardı. Burada da bir Türk ile daha tanışıp kafileyi 4’lemiş olduk. Sonrasında otobüs şoförüyle kurduğumuz iletişimsiden sonra bu sefer doğru durağı bulmakta zorlanmadık –onca kişiyiz zaten- bir de şoför de bu kadar kişinin okula gideceğini anlamıştı zaten çoktan. J Okul durağında da yine bir sürü ne yapacağını bilmeyen, şaşkın öğrenci grubuyla karşılaştık. Sonrasında öğrenci temsilcimiz, Myriam teşrif etti ve kimin hangi yurtta kalacağı belli oldu. Ben daha önceden mail atarak öğrenmiştim ama Erol ve Fırat’ın ki bilinmiyordu. İkisinin ki de GHB adlı diğer yurda çıkmıştı. Benimkisi ise ASK. Fırat, kendi sekreterleriyle kendi yurduna giderken, Myriam da bizimle ilgilendi. Yalnız biz sayıca biraz fazla olduğumuz için, arabasıyla durak ile yurtlar arasında birçok sefer yapması gerekti, kendisine saygımız sonsuz. J Almanların iş disiplinini bir kere daha görmüş oldum böylece, biz oraya vardığımızda herkesin odası, odanın, posta kutusunun vs.’nin anahtarları, yurtla ilgili belgeler, hem Almanca, hem İngilizce olarak hazırlamıştı. İsimlerimizi sorup hemen eşyalarımızı teslim ettiler. Odaya vardığımda eşyaları hemen koydum ve tekrar çıktım. 7, 8 kişilik bir grup okula internete girmeye gidiyordu. Ben de hemen aralarına katıldım. Böylelikle Furtwangen macerası başlamıştı. Daha sonra adlarını birkaç kez tekrardan soracağımı bilmeme rağmen herkesin adını sormuştum. J İlk karşılaştığım grupta 3 Brezilyalı, 1 Çek, 1 Nikaragualı vardı. Onları takip ederekten okulun yolunu kısmen de olsa öğrenmiş oldum. Daha sonrasında geçiçi olarak açılan bilgisayar hesabını ve şifresini de öğrenince, internete birkaç gün sonra tekrar erişmiş oldum. Şans eseri o anda çevrimiçi olan Xenapp’e ben iyiyim selamını verdikten sonra, Erol’u yanıbaşımda buldum. Myriam ile beraber okula gelmiş, beni de bulmayı başarmıştı. J Sonrasında ikimiz de sabahtan beri doğru düzgün bir şey yemediğimiz için yiyecek arayışına giriyor ve yine burası 2. Türkiye dedirten şekilde birkaç kebap, döner dükkanıyla karşılaşıyor ve hemen tercihimizi yapıp ilk dönerlerimizi söylüyorduk. 2.5 €’luk fiyatın pahalı olduğunu tam kanaat getirirken, önümüzde bulduğumuz devasa döner fikrimizi hemen değiştiriyordu. Sonrasında en azından bu akşamlık ihtiyaçlarımızı karşılamak için yiyecek/içecek bir şeyler arıyor ve yine bir Türk marketi buluyor, pahalı da olsa, su da bulamasak da, bir iki yiyecek içecek bir şey alıp yarın da tekrar markete gitmek için belli bir yerde ve saatte buluşmak için sözleşip yurttalarımızın yolunu tuttuk, zira cep telefonlarımızı kullanmak oldukaç masraflı olduğu için, eski usül sözleşerek ayrılmış olduk. Akşam da zaten uykusuzluğun, yorgunluğun, halsizliğin sonucunda göz kapaklarının dirayetini yitirmesine karşı koyamayıp erkenden yumuşacık pamuk yatağımın yolunu tuttum. Tabii ki deliksiz bir uykudan sonra bir Cumartesi günü Furtwangen’a merhaba dedim. İlk kez bu defa, bu köydeki iş yerlerinin, dükkanların neredeyse çalışmadığına kanaat getirmiş oldum. Birçok yerde hafta içi 08.30 – 12.00 & 14.30 – 18.00 gibi çalışma saatleri vardı. Hafta sonları ise yok. J Evet birçok yer koca hafta sonu, 2 gün boyunca kapalıydı. Bunlar içinde birkaç istisna var. Süpermarketler ve benzin istasyonları. Bunlar da yine akşam 10’dan sonra kapalı ve de süpermarketler Pazar günü tamamen ortada yoklar. İşin ilginç yanı, Türkiye’de insanların çoğunun market alış-verişlerini Pazar günü yapar burada ise tablo tamamen tersi. Burada Pazar günü marketler tamamen kapalı. Hatta hafta sonu evinden çıkan sokaklarda dolaşan insan görmek neredeyse imkansız. Genelde evlerinde dinlenerek geçiriyorlar hafta sonlarını. Adapte olmak biraz zor. Hâlâ tam olarak adapte olabilmiş değilim. Belki de bunların bazılarının burasının küçük bir köy olmasından da kaynaklanıyor olabilir… İleriki günlerde daha net öğrenmiş olacağım(z)…

20 Eylül 2006

Bu yazı toplamda 8394, bugün ise 2 kez görüntülenmiş.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *