buyruk | net

to Infinity and Beyond!

Wachstum Der Städte

| Filed under Deutsch

Im Altertum lebten die Leute nur in kleinen Dörfern. Sie hatten sehr wenig Kontakt und sie mussten alles selbst machen. Naturlich führt das zu vielen Problemen. Es ist sehr schwierig für einen Mann, alles selbst zu machen, alles selbst zu bekommen. Aus diesem Grund begannen die Menchen sich zu versammeln. Erstmals gab es sehr kleine Dörfer, in denen lebten vielleicht zehn Leute. Sogar dieses machte das Leben einfacher. Es wurde einfacher, sich vor wilden Tieren zu schützen, die Kinder zu aufzuziehen, etwas zum Essen zu finden. Aber diese Zahl zehn war nie genug. Es begann, immer mehr Menchen zusammen lebten. Früheren war es zehn, dann 50, danach 500, 10000, 2 Millionen usw. Am Anfang war es verständlich, der Wille der Leute zum Zusammenleben. Aber später war es nicht so einfach, das zu verstehen. Was macht die Städte, das Zusammenleben so attraktiv?

Vor der Antwort dieser Frage sollen zunächst einige Fakten aufzeigt werden. Die Grafik zeigt die Bevölkerung in Städten mit mehr als einer Million Einwohner in Afrika, Lateinamerika, Asien, Nordamerika und Europa. Man kann sehen, wie viele Menschen in Städten im Jahre 1970 und 1990 gelebt haben einfach und zusätzlich wird auch die Entwicklung bis zum Jahre 2015 prognostiziert. Die Grafik stammt von der UN aus dem Jahre 1995.

1970 lebten in Afrika 14 Millionen Menschen in Städten. 1990 waren es schon 67 Millionen. Bis zum Jahr 2015 sollen sogar 212 Millionen Menschen in den Städten wohnen. 1970 lebten in Asien 176 Millionen Menschen, und 1990 waren es 281 Millionen. Die Prognose bis 2015 ist 900 Millionen.

In Asien stieg die Zahl der Menschen, die in Städten leben, von 1970 bis 2015 fast um das Fünffache : Von 176 Millionen auf 900 Millionen. In Nordamerika hingegen stieg die Zahl im gleichen Zeitraum die Zahl nur von 79 Millionen auf 146 Millionen.

Wenn diese Entwicklung bedacht wird, wird man gleich neugierig auf die Ursachen für die Attraktivität der Städte. Warum steigt die Einwohnerzahl der Städten immer noch?

Natürlich sollen für die Antwort die Vorteile des Lebens in einer Großstadt untersucht werden. Fast alle Leute haben dasselbe Ziel in ihrem Leben, das ist naturlich glücklich zu sein. Glücklich zu sein, ist nicht so einfach, eigentlich sehr kompliziert. Es kommt auf die Person an, aber es gibt auch viele allgemeine Voraussetzungen. Die beliebten sind Gesundheit, Einkommen, Lebensvoraussetzungen usw. Um gesund zu sein, braucht man gutes Essen, Krankenversicherung, gute Krankenhausanlagen usw. Für all das braucht man Geld und das führt man zur Arbeit und Stelle finden. Die Chancen sind viel viel höcher in den Großstädten. Außerdem gibt es bessere Chancen für die Arbeit und bessere Möglichkeiten Bildung. Die zwei sind die wichtigsten Gründe, um in Großstädte umzuziehen.

Aber natürlich hat Seite hat das Stadtleben auf der anderen auch Nachteile. Erstens ist es meistens viel teuerer. Dann kommen die Probleme, die wegen des Zusammenlebens herauskommen. Das sind der Lärm, der Verkehr die Umweltschmutzung, intensiver und gefährlicher besonders in der Nacht.

Diese Nachteile spielen keine Rolle in meinem Heitmatland. Auch bei uns ziehen immer mehr Menchen in die großen Städte. Wenn es viel teurer ist, finden sie eine bessere Arbeit, eine bessere Stelle, wenn es viel Lärm gibt, machen sie ihre Fenster schalldicht, wenn es so viel Stau gibt, fahren sie mit dem Zug. Sie haben immer Lösungen. Zum Beispiel Istanbul ist eine von den größten Städten in Europa. Die Einwohnerzahl ist etwa 15 Millionen. Aber es werden immer noch mehr. Wir haben auch ein Idiom „Sogar der Stein, die Erde Istanbuls sind aus Gold.“ Viele Leute denken auch so, und ziehen nach Istanbul. Das führt natürlich zum Wachstum der Städte.

Abschließend möchte ich noch meine persönliche Vorliebe begründen. Obwohl das Stadtleben viele Nachteile hat, sind sie für mich nicht so wichtig, zumindest nicht wichtiger als die Vorteile. Vor allem gibt es fast keine Stellen für Ingenieure in kleinen Städten, das ist das Wichtigste. Danach spielt die medizinische Versorgung auch eine sehr wichtige Rolle. Wenn diese Gründe angedacht werden, sind Lärm, Stau, Verschmutzung usw. keine Probleme. Deswegen will ich überhaupt in einer großen Stadt leben.

Bu yazı toplamda 5921, bugün ise 2 kez görüntülenmiş.

by buyruk | tags : | 4

Villingen Schweningen

| Filed under Almanya

Etrafımızdaki büyük şehirlerden bir kısmını gezdikten sonra, sıra bir diğerine gelmişti. Villingen-Schweningen. Okulun bir kampüsünün de Schweningen’de olması ve işletme gibi bölümlerin hep o kampüste olmasına hep içerlemiştik. Bir Cumartesi günü böylece planımızı yapıp mesafenin de fazla uzun olmamasını fırsat bilerek, çok da erken kalkmadan, yine otobüs durağımızda buluşup Villingen’e doğru yollanmıştık. Ana istasyon ve otobüs duraklarının olduğu yerde inip yakınlardaki Tourist Information’da aldık soluğu yine. Her zamanki gibi –kullanmayacağımızı bilmemize rağmen- şehrin haritasını aldık. Sonrasında hemen yakındaki müzeye gidip öylesine bir dolaştık. Beleş kısım bitip bilet almamız gerektiğinde de yeter diyerek dükkanları dolaşmaya başladık. Zaten müzede de ilginç bir şey yoktu. Aksi takdirde dolaşırdık tabii. Müzede fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik tabii. Burada mesela “Confession Rooms” dedikleri, günah çıkarma odalarını görebilirsiniz. Sonrasında böyle bir tabloyla karşılaştık. Yanındaki Almanca açıklamadan bir şey anlayamadık ve tabii yorumumuz da piskopatça oldu: İnsanlara işkence etmek kullandıkları aletleri fütursuzca sergilemişler. Gerçekten mantıklı, insancıl bir anlam çıkarmak zor. Sokaklarda dolaşmaya başlayınca, Freiburg’tan da aşina olduğumuz su kanallarıyla karşılaştık yine. Sonra birbirinin neredeyse tıpkısı olan sokaklarda dolaşıp eksiklerimizi, gediklerimizi gidermeye çalıştık. 4, 5 saatin sonunda açıkmıştık tabii. Subway diye özellikle Amerekia’da falan bayağı yaygın olan ama İstanbul’da falan görmediğim sandviç dükkanı zincirlerinden birinde aldık soluğu. Fiyatı nispeten pahalıydı ama denemeden edemedik. Gerçekten de Joey’in sandviçlere niçin aşık olduğunu açıklayabilecek nitelikteydi. Sonrasında yapacak fazla bir şeyimiz kalmamıştı. Otobüs seferleri de tükenmeden döndük köyümüze…

Tüm fotoğraflar içinse: Buradan…

Bu yazı toplamda 5705, bugün ise 1 kez görüntülenmiş.

by buyruk | tags : | 2

BW Başkenti Stuttgart

| Filed under Almanya

Her hafta sonu, her fırsatta ardı arkası kesilmeyen gezilerimize yeni bir halka eklemek için tartışıyorduk. Sonunda da bulunduğumuz Bundesland’ın (Baden Württemberg) başkenti olan Stuttgart’a yollanmaya karar verdik. Sonuçta bize en yakın büyük şehirdi kendisi aynı zamanda. 5 kişilik Baden Württemberg biletini alıp gidişimizi kelle başı 5 €’ya getirmiş olduk. 5 kişi ise: Macar Zsuzsanna, Meksikalı Zukhov, Fırat, Erol ve bendenizden oluşuyordu. BW bileti aldığımız için en yavaş şekilde gidecektik. Yine de seçenekleri eleyip kendimize en uygun olanını bulup sabah 10.30 gibi otobüsle yolculuğumuza başladık. Son trende Stuttgart’ın kendi sahasındaki maçı izlemeye giden taraftarlarla karşılaştık. Çoğunun üzerinde forması hali hazırdı. Bir yandan tezahüratlar, bazen de anlamsız bağırışlar devam ederken, bir yandan da yerdeki bira şişelerinin sayısı hızla artıyordu. Almanya’daki değişik bulduğun durumlardan birisi de diğer Avrupa ülkerinde, çoğunda, sokakta, halka açık yerlerde içkinin yasak olması ama burada öyle değil. Herkes her yerde bir şeyler içiyor. Hatta “Almanlar kahvaltıda bile bira içer.” sözü de hakikaten doğru. Daha Almanya’daki ilk günümde istasyondaki insanları görüp şaşırmıştık.Burada da trende oturmuşken, bir iki kere görevli birisi gelip içecek, yiyecek isteyen var mı diye sordu. Daha da güzeli, içecekler listesinin başını Biranın çekmesiydi. Almanlar’ın tezahüratı anlamaya çalışırken yolun sonuna gelmiştik. Stuttgart ana istasyonda inip etrafta dolanmaya başlamıştık. Sabah da fazla bir şey yiyemediğimiz için yemek bulmak ilk önceliğimizdi. Böylece yemek yiyecek dükkanların, restoranların nerede olduğunu sorarak yönleniyorduk. Sonrasında tekrardan bir büyük şehirde olduğumuzun farkına vardık. Ne zaman Almanca konuşmaya çalışırken tıkansak, karşıdaki İngilizce biliyor musunuz diyerek konuşmaya devam ediyor ve İngilizce ile problemi çözüyorduk. Neredeyse her konuştuğumuz kişi İngilizce biliyordu, büyük şehirin bir artısı sanırım bu da. Tam istediğimiz gibi bir yer bulamamışken, son olarak yine bir dönercide karar kıldık. Bu sayede Macar ve Meksikalı arkadaşlarımıza ayranı tattırma fırsatını yakaladık. Çoğu yabancının dediği gibi, bozulmuş süt gibi demeseler de biraz fazla tuzlu diyerek pek fazla beğenmediklerini ima ettiler. Zaten beklediğimiz bir tabloydu, bu nedenle fazla şaşırmadık. Daha sonra ne yapacağımızı pek bilmiyorduk açıkçası. Alış-veriş yapmak için bir iki yer gezdikten sonra, elimizdeki haritalara bakarak, belli bir iki yere gittik, oralarda da tabii yine bol bol fotoğraf çektik. Sonra bir ara yorulunda güzel bir kahve içmek istedik. Dolaşırken kafelerin yanından geçerken yayılan kokulardan etkilenmemek elde değildi. Biz de oturduk bir yerde, kahvelerimizin tadını çıkardık ve daha önemlisi belki de dinlendik. Sabahtan beri trende, ayakta, sırtımızda çantalarla yorulmuştuk. Sonrasında hava kara bulutların da etkisiyle birden karardı. Alış-veriş için son durak olan elektronik mağazalarında geziniyorduk. Media Markt, Saturn arasında birkaç gidip gelmeden, bir iki saatten sonra Erol sonunda bir fare üstünde karar kılmayı başardı. Ben de aslında harici bir sabit disk almak istiyordum ama sonrasında internetten biraz daha araştırma yapıp daha iyi bir karar verebilirim diyerek askıya almıştım bu planı. Media Marktın çıkışında güvenlik görevlisinin Türk olduğunu fark ettik. Nereye gidebiliriz, ne yapabiliriz diye sorduk, fakat o da “Ben de yeniyim be abi!” diyerek bizi yanıtladı. Hemen dışarıda bir Straßenkünstler ile karşılaştık, sokak sanatçısı olarak Türkçe’ye çevirebiliriz sanıyorum. Yere, mermer zemine güzel bir manzara resmi çalışması yapıyordu, buna ilaveten bir de resmin etrafında bir çok dilde “Teşekkürler” yazılmıştı. Buradan… Sonrasında yarın için biletimizi almak için tekrar istasyona gittiğimizde karşılaştığımız tablo pek hoş değildi. Geri dönmeyi düşündüğümüz 04’te kalkan tren seferi yoktu görünmüyordu, biz de 06’da kalkan ile gelmek zorunda kalıyorduk. Bu da bu saate kadar bir yerlerde bir şekilde vakit geçirmemiz demekti. 04 olsaydı, o zamana kadar bir bar veya diskoda vakit geçirebilirdik ama 2 saat daha fazlayı bu yorgunla kaldırmamız pek zordu. Zukhov’un bir arkadaşından bir iki disko ismi almıştık ama bu arada yolda afiş dağıtan elemanlardan bir tane daha öğrendik, elemana elimizde haritada yerini göstermesini istedik ve sonrasında buraya gitmeye karar verdik. Öncesinde istasyondaki, anahtarlı kasalara bütün eşyalarımızı bıraktık, sonrasında haritayı içerde unuttuğumuz ortaya çıktı. Son çare olarak aklımızda kaldığı kadarıyla bir metro durağı seçip ona doğru yollandık. Ama indiğimizde karşılaştığımız tablo enteresandı. Etrafta herhangi bir müzik sesi olmadığı gibi aynı zamanda bir insan sesi, bir gürültü de pek yoktu. Bir iki dolandıktan sonra tekrar ana istasyona yollandık. Yine karnımız acıkmıştı ama bu sefer de. (: Ana istasyondaki Burger King’te açlığımızı giderdik. Kasadaki elemanlardan biri de Türk’tü. Fırat elemana Türkçe de konuşuyor musun diye sorunca, aldığımız cevap bizi biraz dumur etti. “İkisini de konuşamıyorum.” Bunun dumurluğu içinde yiyeceklerimize gömüldük. Sonrasında daha önce ismini aldığımız yerlerden birinde şansımızı denedik. Denedik diyorum çünkü içeri almadılar, giyimimiz fazla sportifmiş. Sonrasında yine bir kafede sıvı molası verip saati biraz daha ilerletmeyi başardık. Bu sefer başka bir yerde daha denedik şansımızı. Saatin geç olması ve Erasmus öğrencisi olmamız işimize yaradı ve içeri girebildik. İçerde de fazla bir şey yoktu, boşalmaya başlamıştı çoktan. Biraz uyuklamadan sonra, tekrar istasyona döndük, aşağı metro durağına inip havanın orada biraz daha sıcak olmasını değerlendirip uyuklamamıza kaldığımız yerden devam ettik. Saat daha 06 olmadan tren de gelince hemencecik yerimizi aldık, biraz daha konforlu kestirmeye devam ettik. Aktarmaları da kaçırmadan köyümüze geri döndük. Varış saatimiz 10.30’du. Ayrılmamız üzerinden tam 24 saat geçmişti. Bunu da bir yere not edip başkent defterimizi kapattık…

Fotoğraflar da burada hizmetinizde…

Bu yazı toplamda 5086, bugün ise 2 kez görüntülenmiş.

by buyruk | tags : | 2

Almanya Oturma İzni

| Filed under Almanya Yurt Dışı

3 aylık vizemiz dolmadan Landesamt’a oturma izni için başvurmamız gerekiyordu. Yine Uluslararası Ofisi’n bizim için özel olarak aldığı randevu saattinde oradaydık. Ama bu sefer pek bir işe yaramamış gibi görünüyordu. Çünkü normalde fazla insanın olmadığı bir yerde, 30, 40 kişilik bir grupla gidince ufak bir izdiham yaşandı. 8 sayfalık ufak bir form doldurduktan sonra herkes, soyadının ilk harflerine göre belirli ofislere girip elimizdeki belgeleri teslim ettik. Vizeye başvururken verdiğimiz belgeler zaten ellerinde vardı. Bunlara ilave olarak (bazıları tekrardan), Almanya’daki okulun verdiği öğrenci belgesi, finansal durumu gösteren belge, sigorta belgesi, biometrik fotoğraf ve tabii ki pasaport. Biraz form doldurma sıkıntısı, biraz da sıra bekledikten sonra, elimizdekileri teslim edip tekrar köyümüze doğru yollandık…

Bu yazı toplamda 6056, bugün ise 0 kez görüntülenmiş.

by buyruk | tags : | 0

Freiburg ile Tanışma

| Filed under Almanya

Uluslararası Ofis’in düzenlediği gezintilerin diğer biri ise Freiburg gezintisiydi. Bize en yakın kentimsi olan Freiburg’a daha önceden kendi kendimize de gitmek istemiş ama zaman uyuşmazlığı vs. gibi nedenlerden ötürü bu emelimize ulaşamamıştık. Ofis yine yardımımıza yetişmiş oldu böylece. Gezinin iyi bir yanı da beleş olmasıydı. (: Bu nedenle belli bir süre önceden yapmak gerekiyordu kayıdı. Bu şanslılar içinde ben de vardım. Ve sabahleyin otobüse atlayıp çıktık yola. Zaten 60km civarı bir uzaklıkta olan Freiburg’a 1 saat dolmadan gelmiştik. Hemen “Tourist Information”a yollanıp rehberimizle buluştuk. Yaklaşık 1.5 saatlik bir turun ardından da 5 saatlik bir süreliğine serbesttik. Tur boyunca, kentin tarihi, gelenekleri ile çeşitli bilgiler edindik. Aklımda kalanları aktarmaya çalışayım:

Öncelikle grup olarak gelmemizin ve bir rehber ile dolaşma imkanı bulmamızın gerçekten faydasını gördük. Sadece bu gezide değil, diğerlerinde de bazen biraz sıkıcı gibi gelse de, gerçekten de şehri, bölgeyi daha iyi tanımak, tarihini daha iyi öğrenmek için iyi bir fırsat. Bu sefer de rehberliğimiz eşliğinde dolaşırken şehrin oldukça eski/tarihi bir şehir olduğu öğrendik. İçinde bulunan birkaç kilise de aynı şekilde eskiydi ve bir tanesi 1300 yıllardan kalmıştı. Fotoğraf için Oldukça eski olmasına rağmen gerçekten de heybetli bir binaydı. Ve sonradan öğrendik ki, bu kilisenin restorasyonu hiç bitmezmiş. Her zaman bir kısmında mutlaka bir restorasyon olurmuş. Enteresan! Diğer bir ilginç nokta ise, kilisenin 7,000 kişi alacak kadar büyük olması ve yapılış tarihini de göz önünde bulundurursak, şehrin o zamanki nüfusunun da 7,000 olması hayli ilginç. Sanırım herkes bebeği, yaşlısı, hastası işini gücünü bırakıp buraya geliyormuş. (:

Sonrasında şehrin her noktasında rastlayabileceğiniz su kanallarına geldik. Bunlarla ilgili olarak da şöyle bir batıl inançları var. Freiburg’a turist olarak gelen birisi, farkında olmadan bu kanalların içine basarsa, Freiburg’tan birisiyle evleneceğine inanılırmış. Sanırım sarhoş iken sınamalı bu inancı… Kanal

Kilisenin arka tarafına doğru ilerlerken bir duvar üzerindeki birkaç çizgiye dikkatimizi çekti rehberimiz. Burada ekmek biçiminde birkaç şekil vardı. Yine 1300, 1400’lü yıllarda insanlar kilisenin hemen önüne kurulan pazardan aldıkları ekmekleri burdaki şekiller ile karşılaştırıp kazıklanıp kazıklanmadıklarını anlayabiliyorlarmış. Eğer bir sorun varsa, satıcı, hapse bile yollanabiliyormuş… Buradan…

Kilisenin arkasına tam olarak geldiğimizde, hayli yükseğe inşa edilmiş su borularıyla karşılaştık bu sefer de. Bunların bir tanesi tuhaftı. Genelde insan, hayvan figürleri inşa edip sağa, sola, yukarı, aşağı su fışkırtıyorlarmış. Ama bu yönlerin birisinde hep kavgalı oldukları, pek haz etmedikleri bir topluluk yaşayınca, bunun da çaresini bulmuşlar. Bakalım…

Son olarak günün sonuna doğru gelirken, Freiburg caddelerindeki son turlarımızda bir protesto ile karşılaştık. Göçmenlerin eylemiydi bu, söylenenlerden fazla bir şey anlayamadık, belki fotodan bir fikir edinebilirsiniz. Burada…

Böylece Freiburg turunu tamamlamış, hafta sonunu geri kalanını geçirmek için köyümüze doğru yola çıkmıştık…

7 Ekim 2006 Cumartesi

Bu yazı toplamda 3019, bugün ise 2 kez görüntülenmiş.

by buyruk | tags : | 0