Efes – Panathinaikos maçı ile başladığım Apdi İpekçi serüveninde kısa sürede 3. maçı da geride bıraktım. Ve tabii futbolda(Şükrü Saraçoğlu) elde ettiğim neredeyse %100’lük başarıyı(mağlubiyeti), burada daha da arttırarak 100’de 100’e çıkardım.
Şimdi bakıyorum da yenilmemize rağmen, o kadar da ezilmemişiz hiçbir maçta, en azından skor olarak. Bari böyle avutayım kendimi.Asıl bahsetmek istediğim mevzu olan seyirci, taraftar, basketbol, Türkiye kavramlarına geleyim. Beni, bu yazıyı yazmaya, 1 numaralı maç ile başlayıp 3 numaralı maç ile ayyuka çıkan salondaki taraftarın, pardon seyircinin vurdumduymazlığı, umursamazlığı, olan bitenden, maçtan, basketboldan, kurallardan bihaber oluşları itti. İlk maçtan itibaren aklımda yer edinen hususları aktarayım.
1. maç, Apdi İpekçi’deki ilk maçım, milli oluyorum yani, maçtan 1.5 saat kadar önce salona geldik (7, 8 kişi kadarız), düzgün bir yer beğendik, şöyle sahayı yandan gören, hafif yüksekte bir yer, Ermal’ın cezası bu maç bitiyor, heyecanı, azmi, hırsı yüzünden okunuyor, herkesten önce, tek başına çıkmış sahaya şut idmanı yapıyor, beklemeye başladık biz de. Bir süre sonra Efes Pilsen kızları, sonra da her iki takım da sahaya geldi, maç öncesi ısınmalarını yaptılar, derken hava atışı oldu ve maç başladı. Her ne kadar daha önceden duruma biraz aşina olsam da takımı desteklemek adına yapılan tezahüratlar içerinde bir tane bile Efes lehine tezahürat olmaması beni hayrete düşürdü. Top Pana’ya geçince sürekli bir ıslık, sürekli bir yuhlama, korna ama top Efes’teyken tık yok. Arada bir tek tük, basit bir iki tezahürat ama yok, gerisi yok. Acaba bu mudur yapabileceğimiz, bu kadar mı? Cevap hayır olmalı, en azından benim nezdimde öyle. Daha doğrusu futbol sahalarındaki bu holiganlığa varan taraftarlığı, desteği gördükten sonra insan, nasıl, neden olmuyor diye sormaktan kendini alamıyor. Efes’in bir futbol takımı yok, kemikleşmiş bir taraftar kitlesi de. Acaba bu nedenle mi, bütün bu tezahürat kısırlığı, kuraklığı? İlk bakışta makul bir neden gibi geliyor ama yok, sebebi bu değil. Maç esnasında şöyle bir etrafa bakmak, önündekinin, yanındakinin, arkandakinin, ne ile meşgul olduğunu görmek birçok şeyi açıklıyor. Kimi sigara içiyor, kimi çekirdek çıtlatıyor, kimi ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturmuş, ben öyle her harekette ayağa fırlayıp alkış tutacak, bağıracak birisi değilim portresi çiziyor, kimi de televizyon izler gibi maçı seyrediyor. Hal böyle olunca da ortaya böyle bir tablo kaçınılmaz oluyor. Bu tip seyirciler yerine salonu taraftarlar doldursa, seyirciler hiç zahmet etmeyip maçı evlerinde izleseler, taraftarlar da ellerinden geldiklerince takımı destekleseler, kötü mü, fena mı olur? Oyuncuların istediği kendilerini sürekli destekleyen, onları motive etmeye çalışan taraftarlar değil mi? Peki şu anki tablo neden böyle oluyor? Cevabı bilin(e)miyor. Ama böylesine taraftarlarla dolu, oyunun temposunu elinde tutan, oyunu yönlendiren, takımını maça konstantre eden bir bir salon olsa, keşke…
Not: Tabii ki her şeyden önce en büyük dileğim; özellikle devre arasında kendini iyice belli eden, sahanın üzerini kaplayan sigara dumanı tabakasının bir an evvel kaybolması. Bir spor etkinliğinde, sporun en büyük düşmanı, törpüleyicisi olan sigaranın bu derecede ön planda ve rahatsız edici olması düşündürücü…
Bu yazı toplamda 6364, bugün ise 0 kez görüntülenmiş.