Vardığımız gün olan cumanın hemen ertesi gününde yani Cumartesi Münih’e Oktoberfest için gidecek olan kafiyeye katılmak için oldukça heyecanlanmış, sabah 07 gibi kalmamız gerekse de yol yorgunu olsak da bir gün boyunca uyumamış olsak da içimizdeki adrenaline güvenip saatlerimizi kurmuştuk. Tabii ikimizin birden atladığı bir nokta vardı. Uçaktayken saatlerimiz geri almayı ihmal etmemiş ama tabii ki cep telefonları kapalı olduğu için onları unutmuş ve indikten sonraki telaş sebebiyle de durumdan tamamiyle bihaber hale gelmiştik. Hal böyle olunca da ikimiz de kalkmamız gerekenden bir saat önce kalkmış, bizim yurttaki kafileyi kolaçan etmiş, ortada kimseyi göremeyince, gece içip içip şimdi de iyice sızdı herhalde bunlar diye düşünüp tekrar yatağın yolunu tutmuştuk. Tabii geç de olsa, bu komik durumun farkına varıp halimize gülüp sonra da üzülüp Oktoberfest’in içimizde uktemsi bir hal almasına da engel olamamıştık. Ama şans mı kader mi diyelim bilemiyorum, sadece bir hafta sonra Oktoberfest’in bu sefer Konstanz ayağına gitmeyi kafasına koymuştu bizim maceracı ekip. Bu sefer saatlerimizi de doğru ayarladığımızı bilerek kendimize daha bir güven duymaya başlamıştık biz de :p Cumartesi sabahı da herkes ile aynı saatte kalkmayı başarıp hep birlikte Bodensee’nin hemen kıyısında, İşviçre ile Almanya’nın kucaklaştığı Konstanz’a doğru yola çıkmıştık. Sevgili köyümüz Furtwangen’a Almanya gibi bir ülkede tren bile gelmediği için ilk önce otobüsle yakındaki tren istanyonlarının birine oradan da Konstanz treni vasıtasıyla cumartesimizi geçireceğimiz yere gelmiştik. İner inmez, burasının da Furtwangen’dan büyük olduğu anlıyor, biraz medeniyetle karşılaşmanın tadını çıkarma yarışına giriyorduk. İlk gördüğümüz mercedes ve bmw taksilerdi. İstanbul da falan arada lüks olmaya yakın taksiler görmüşlüğüm vardı ama bu kadarını da görmemiştim, pek hayal de etmezdim açıkçası. Zaten şoför amcamız da cama iliştirdiği notta, “Normal Taksi Ücreti” diye yazarak, şaşkınlıklara bir dur demek niyetindeydi sanırım. Daha sonra erkenden bir festival alanını görelim diyip hareketlendik yine. Festival alanı direl İsviçre sınırındaydı. Arada doğal olarak fiziksel herhangi bir sınır bulunmuyordu. İsteyen gayet gönül rahatlığıyla geçebiliyor. Tekrar festivale dönersek, akşam başlayacak olan bira selinden önce çeşitli gösteriler düzenlemişlerdi. Festival Programı’nda da görebileceğimiz gibi, midilli gösterileriyle başladık biz de festival maceramıza, daha sonra midillilerin abileri geldi, onlar da birtakım gösterilerde bulundular. Biz de tabii bu kadar kişneme sefası yeter, akşama biralarla görüşürüz diyerekten festival alanından geçici olarak ayrıldık. Tabii ilk iş olarak karınlarımızı doyurma kararı aldık. 20 kişilik bir grup olunca herkesin zevkine uygun bir şey bulmak gerçekten zorluyor insanı. Böyle durumlarda da daha fazla kasmayıp bir fast food dükkanına atıyoruz kapağı. Normalde benim de gitmek istemeyeceğim türden bir yer oluyor ama napalım. Bu gezi boyunca ilginç noktalardan biri de, koca 20 kişilik toplulukta İspanyolca bilmeyen sadece 3 kişinin olmasıydı. Zaten 2 kişi Erol ile bendim. Geriye de Fransız bir eleman vardı. Bu grupta İngilizce, Almanca bilen bu sayıda insan yoktu. Ve biz Almanya’daydık, gerçekten enteresan. Sonrasında bir elektronik market aramaya koyulduk. Almanya’da bayağı yaygın olan Media Markt şubelerinden birinin yakınlarda olduğunu öğrenip aramaya koyulduk. Kime sorsak, her nasılsa, aşağı yukarı aynı yönü aynı yeri tarif etti. Biz de usanmadan 2 saat boyunca aradık da aradık. Sonunda karşılaştığımız ne diye sorarsanız, Foto, tekrar festival alanına geri tabii buradan da. Bu noktada yine vatandaşlarıma değinmeden edemeyeceğim doğrusu. Bu Media Markt macerasında, adres sorduklarımız insanlardan bir grubu da Türk çıktı. İşin garip tarafı, benim yerime yanımdaki esmer Brezilyalı arkadaşı Türk sanarak, “Türk müsün?” diye şanslarını denemeleri oldu. Ben de evet diyince, ufak bir afallama oldu ama alıştım bunlara. Hiç Türk gibi görünmüyormuşum. E ben de ne diyorum cevap olarak: “Nasıl göründüğün değil, nasıl hissettiğin.” (: Sonuç olarak bir şey bulamadan geri dönmüş olduk ve sabah kadar treni bekleyeceğimiz için bu kadar erkenden yorulmak hiç de işimize gelmemişti ama yapabileceğimiz fazla bir şey de yoktu açıkçası. Sonrasında şehir merkezine geri döndük. LAGO alış veriş merkezinin önünde tekrar grubu toplamaya çalıştık. Aynı zamanda da insanları gözlemlerken, Avrupalılar’ın genel olarak bisiklete olan yakınlığını burada da onaylama fırsatını buldum. Hatta sanırım bisiklet ile o kadar fazla zaman geçiriyorlar ki, işlerini kolaylaştıracak bazı icatlara da imza atmışlar. (: Buradan lütfen. Bu gördüğünüz şeyde çocuklarını, daha doğrusunu bebeklerini taşıyorlar. Birkaç kere bu kadarcık şeyin içine 2 bebek bile koyduklarına tanık oldum. Benim için fazlasıyla beklenmedik ve de aynı zamanda tehlikelere gebe bir durumdu. Ama nedense herkes benim gibi düşünmedi, bazılarınınsa oldukça hoşuna gitti bu eklenti. (: Grubu topladıktan sonra, hava daha kararmamış olmasına rağmen yine festival alanını kontrol etmek istedik. Oyunun asıl yerinin oynanacağı çadır beklediğimden daha büyüktü. Erken bir saatte gittiğimiz için çoğu da boştu. Yine de oturup hem bir dinlenelim hem de bir bira içilim diyerekten çöktük masalardan birine. İlerleyen dakikalarda yanımıza Alman bir amca çöküverdi. Söyledikleri de pek seçilmiyordu en azından ben pek bir şey anlamamıştım ama yanımızda İsviçreli bir iki eleman olduğu için bize yardımcı oldular. Adam dediğine göre bölgedeki üniversitelerden birinde matematik hocalığı yapıyormuş. Bunun da etkisinde kalarak, bizlere bir iki tane bulmacamsı sorup bilene 20€ vereceğini söyledi. Şans eseri de gruptaki elemanlardan biri soruyu daha önceden biliyormuş, böylelikle 20 €’yu kapmış olduk. (: Daha sonra 5€’luk bir soru daha geldi, onu da bilince, artık para vermekten vazgeçti. Hatta daha sonrasında çeşitli yollarla bir kısmını geri almaya çalıştı ki bunların hemen sonrasında ayrılmıştık çadırdan.
Bir iki kafeye uğradıktan sonra havanın kararmasıyla birlikte tekrar rotamızı çadıra yönelttik. Bu sefer geçenkinin aksine içeri insan doluydu, gerçekten de iğne atsan yere düşmeyecek şekilde nitelenebilirdi. Türkiye’nin aksine buradaki böyle bir eğlenceye katılan insanların yaş standart sapmaları çok genişti, genci, yaşlısı doluşmuştu içeriye. Tabii ki Almanca şarkılar çalan grubun eşliğinde biz de Almanlar’l bir olup eğlendik, gecemizi güzel bir şekilde geçirdik. 24’ten sonra, özellikle de grubun çalmayı bırakmasıyla çadır hızlı bir şekilde boşaldı. Ama bizim için sorun şimdi başlıyordu. 5 dakika öncesine kadar ne güzel eğlenirken, şimdi biraz üşüyüp fazlasıyla da beklememiz gerekecekti. Çünkü sabah 5’e kadar tren yoktu. Hazır gazı almışken, geceye bir diskoda devam etmek istedik. Elemanlardan birinin “Ben bir tane biliyorum, oraya gidebiliriz.” demesiyle, rotamız belirlenmiş oldu. 20 dakika sonra “Nerede yav bu yer?”, sesleri hafiften kendini belli etmeye başlamıştı. Bir 20 dakika sonra bu mırıltılar biraz daha yüksek sesle çıkmaya başlıyordu ki, hedefe varmıştık. Giriş ücretinin 5€ olduğunu öğrendik. Bu beklendik bir şeydi. Ama geriye sadece 1, 1.5 saatimiz kalmıştı ki, bu süre için hem de yorgun iken böyle bir miktarı vermek istemedik ve taksiyle istasyona geri döndük. Bu sefer de istasyon kapalıydı, dışarıda, istasyonun önünde uyuklamaya çalıştık ve trenin geldiğini görünce kompartmanlardaki yerimizi alıp biraz daha konforlu bir yerde eylemsizliğimizi devam ettirdik. Bazı arkadaşlar sağ olsun, fazla uyumayıp aktarmaları da takip edince bir sorunla karşılaşmadan 09.30 gibi köyümüze geri dönmüş olduk. Yurtlara varınca da, bu sefer biraz daha komforlu bir yerde imkanımız vardı, bunu da değerlendirmekten geri kalmadık tabii…
23 Eylül 2006
Tüm Fotoğraflara Ulaşabileceğiniz Adres
Bu yazı toplamda 3648, bugün ise 0 kez görüntülenmiş.